Düşünmenin Yasaklanması ve İsyan Üzerine
Buraya kadar düşen çoğu kişinin bileceği bir film alıntısıyla başlamak istiyorum yazıma; “Her yasak kendi isyancısını doğurur.” Kağıt filminden bir alıntı bu. Üzerine öyle çok düşünülmesine de gerek yok anlaşılması için. Sadece etrafımıza bakmak ve dünya ile dünyalıları izlemek yeter. Dünden bugüne, ilk çağdan yeni çağa ve her zaman için geçerli bir alıntı olsa gerek. İster dinlerin ister devletlerin isterse de toplumun koyduğu yasaklara bakın. Hepsinde bir isyan göreceksiniz. Pasif agresif ya da eylemsel isyan fark etmeksizin bir isyanla karşılaşacaksınız. Bugüne kadar insanlar ne yasak koymaktan ne de isyancı olmaktan vazgeçmedi.
Bu durumu olağan karşılamak da, isyan edildiği halde halen neden hala yasak koymakta diretiliyor diye düşünmek de oldukça kabul edilebilir. Kanaatimce her şey kabul edilebilir aslında. Yasak koymak da koyulan yasağa isyan etmek de… Hal böyle olunca tartışma konularımda savunulanın ne taraf olduğu da anlaşılamaz bir duruma giriyor. Bu yüzden tartışmanın çerçevesini biraz daha daraltmak gerekiyor. Tartışma konum daha çok “düşünmenin önüne koyulan yasaklar” diyebiliriz.
Düşünmenin önüne koyulan yasakların yasa koyucularına baktığımızda aslında karşımıza birden çok yasa koyucu çıkar. Başta saydığımız bu yasak koyucular burada da karşımıza çıkar. Din, devlet ve toplum…
Din yasa koyucusunun en önemli silahı diğer yasa koyucuların silahlarından daha etkilidir. Bu silah her halde “iman” ve “inanç” gibi kavramlardır. Dinin temelinde bir düşünme yasağı yatar çünkü din başlı başına imanla başlar. Hem dinin kendisi hem de dini tekelleştiren ve kendini bu konuda otorite kabul ettirmeye çalışan kişi/kuruluşlar bir düşünme yasağı koyucusudur. İman’ın düşünmeyi tamamen dışladığını varsaymak çoğu tartışma konusunda olduğu gibi öznel bir görüş olarak yer alır fakat düşünmenin tamamen özgür kılındığını söylemek imkansızdır. Bir dine iman etmek başlangıçta düşünsel gerçekleşse bile, sonrasında yadsanımaz bir biçimde düşünmeyi yasaklayıcı emirler içerir din. Dinin doğal olarak içerdiği bazı konular, düşünme yoluyla içinden çıkılamayacağı için dolaylı yoldan düşünmeyi yasaklar. Bu tabi ki her hangi bir dini tercih etmemek nedeni değildir. Bir insan nasıl ki düşünmeyi istemekte özgürse düşünmemeyi seçmekte de özgürdür. Fakat burada düşünmemek bir özgürlükle sağlandığında problem değil. Asıl problem düşünmenin yasaklanması durumunda ortaya çıkıyor. Yani başka bir deyişle inanışı, özgür bir düşünmeme eylemiyle mümkün görüyorum. Bir de dinin kendi içermediği ve fakat din konusunda kendini otorite ilan edenlerin koyduğu yasaklar var. Bu ise benim açımdan kendilerini otorite ilan ettikleri şeyin kendisini dışlamak ve çiğnemek olacaktır. Bu otorite sanılan kişi ve kuruluşların şahsi çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri de su götürmez bir gerçektir. Bu konuya çok değinmek istemiyorum çünkü bu bir tartışma değil salt bir saldırı yazısına dönüşecektir benim açımdan.
Devlet dediğimiz yapay kurumun koyduğu düşünme yasakları ise kimi zaman kanunlarla kimi zamanda kanun dışı yollarla bireylere empoze edilir. Herhalde devlet denilen kurum, kendi varlığını borçlu olduğu insanların çok uzun zaman önce unuttukları “devleti oluşturma iradelerinin kendilerine ait olduğu” fikrini hatırlamalarını istemeyecektir. Onun yerine kendisini kutsallaştıran ve isyanı da bir nevi engelleyecek olan düşünme yasaklarını araçsallaştırmayı tercih ediyor. Kimi zaman vatanseverlik, bayrak sevgisi gibi olumlu görünen sosyal mühendislik kavramlarına kimi zamanda tekel olduğu güç kullanma yetkisine başvuruyor. Farklı yollar da olsa aynı sonuca ulaşmayı hedefliyor. Devlet ve düşünme yasakları söz konusu olduğunda George Orwell’ın muazzam deyişini hatırlatmamak büyük eksiklik sayılır. Yazar; “Düşünün! Çünkü henüz yasaklanmadı.” diyor. Yalnız Orwell bunu kullandığı romanını her ne kadar biz distopya olarak nitelesek de ne yazık ki belki de bugün o romanların gerçekliğini yaşıyoruz. Din gibi devlet kurumunun da kendi yapısı düşünme yasaklarını bir araya getiriyor. Devlet olgusunu da ayakta tutan insanların bu kurum üzerine düşünmeyip salt bir inançla onu kutsallaştırması olarak görünüyor.
Toplumsal düşünme yasakları söz konusu olduğunda ben biraz daha şoka uğruyorum. Nedenine gelecek olursak Din dediğimiz olgu en azından temelinde kutsal sayılıyor, Devlet dediğimiz şey ise kendine verilmiş olan yetkilerle bunu sağlayabiliyor. Ama toplumun koyduğu yasaklara geldiğimiz de bir nevi insanların yine insanın düşünmesini yasaklaması diyebiliriz ve takdir edersiniz ki bu durum yasağa isyan etmeyenleri çok garip bir duruma düşürüyor. Herhangi bir güç ya da kutsallığa sahip olmayan yalnızca kalabalık güruh diyebileceğimiz toplumun ayrı ayrı biçimde kendini oluşturan her insanın düşünmesini yasaklayabiliyor olması fazlasıyla can sıkıcı duruyor. Birey olarak insana saygı duymayanların sırf kalabalık diye toplumun koyduğu yasaklara itaat etmesini anlamlandıramıyorum. Belki toplumun da kutsallaştırıldığı söylenebilir. Yine de öznel görüşüme göre bu diğerlerinden saçma geliyor. Sırf başkaları yani bireyin kendisinin dışında yaşayanların ne diyecekleri bile insanların düşünmesi yönünden bir yasak olarak karşımıza çıkabiliyor. Pekala bakılırsa toplumun da düşünmeyi yasaklamak için oluşturduğu silahları mevcut. Örneğin bireyi toplum dışına itmek gibi… Ne kadar ağır bir yaptırım olduğu ise yaptırıma uğrayan bireyin topluma atfettiği değere göre değişiyor.
Her üç yasak koyucu da aynı amaç için bu yasağı koyuyor. Çünkü sorgulandığında hiçbirinin temelleri sağlam değil. Üçü de varlığını kendi üzerine düşünülmemesine borçlu. Bu yasağı çoğunlukla belli konularla sınırlı tutarak ve bu konuların dışında kısmi bir düşünce özgürlüğü vadederek aslında düşünme özgürlüğünü kendi sağladığını iddia ediyor. Ve doğaldır ki bir çoğumuzu ikna da ediyor. Yasağı koyduğu konular ise asıl öze dokunacak olan konular oluyor. Böylece varlıklarını korumaya devam ediyor.
Kutsallaştırma meselesi ise muazzam bir konu. Üç yasak koyucuya da baktığınızda kiminin doğal olarak baştan kiminin ise sonradan ve saçma olsa bile kutsallaştırıldığını göreceksiniz. Kutsallaştırılmış hiçbir şey kendinin sorgulanmasına tahammül edemez. Sorgulamak demek onu kendi seviyene çekmek demektir. Sorgulamak demek temelleri sağlam olmayan bu yasak koyucuları sarsmak demek. Kutsallığını kaybetme korkusu ise en temel insan hakkı olan düşünmeyi bile yasaklatacak kadar ağır bir korku olsa gerek.
Her yasak kendi isyancısını doğurur diyordu film ama bundan yasağa herkesin isyan ettiği sonucu çıkarmak mümkün değil. İşte o isyancılar ki asiler olarak hayatına devam ediyor. Uyumsuz buradan doğuyor. İsyan edebilmek için ise cesaret gerekiyor. Bu isyanın cesarete bağlı olması ya da salt düşünmeyi istemiş olmak ise bu isyanı başlı başına haklı kılmıyor. Her isyancı müthiş bir mütefekkir olmuyor. Hiçbir kavram gibi isyancı olmak, uyumsuz olmak da salt iyi olarak değerlendirilemez. Aksi ile kanıttan çıkarılabileceği üzere tam bir uyum da salt iyi değildir. Burada bireye düşen isyancı olmayı da uyumlu olmayı da tek bünyede sürdürebilme ve hangilerine isyan edip hangilerine etmeyeceğini belirleyebilme yetisini oluşturabilmedir. Aslında bu da düşünmenin sonucu gerçekleşebilir. Düşünme yasaklandığında eğer istenen salt bir inanış ise buna amasız ve fakatsız isyan gerekir.
Peki bu yasakları çiğneyen isyancılar ve yasak koyucuların ilişkisi ne oluyor? İşte şiddet buradan doğuyor. Yasak koyucu ögeler isyanın haklılığını tartmadan varlıklarını devam ettirebilmek için şiddete başvuruyor. Psikolojik veya maddi şiddet fark etmeksizin… Oysa şiddet de bir yasak aracı olduğu için çok daha sert bir isyancı doğuruyor ve böylece asla son bulmayan bir devinim çağlar boyu sürmeye devam ediyor. Düşünmenin yasaklanması da her yasak gibi şiddetle son bul(a)muyor. Yasak koyucuları kutsallaştıranlar açısından ise şiddeti doğuran şey isyancılardır. İsyan edilmese şiddet doğmayacaktır. Aslına bakılırsa kutsallaştırmayı normalleştirenlerin düşünme açısından bu seviyede olması beni şaşırtmıyor. Peki isyanı doğuran şey nedir? Yasaklar! O zaman asıl şiddeti doğuran da yasakları koyanlardır.
Sonuç kısmına gelecek olursak her deneme de aynı şeyden bahsederek bitireceğim sanırım. Çünkü zamanın bir tekerrürden ibaret olduğunu düşünüyorum. Lise tarih hocam “tarih tekerrür etmez, tarihte yapılan hatalar tekrar eder ve o yüzden tarihi sonuçları da benzer olur." demişti. O zaman bu sözden çok etkilenmiştim. Sonraları düşündüğümde ise vardığım sonuç; “işin içinde insan olduğu sürece daima hatalar tekrar edecek bu yüzden sözü kısaltarak tarih tekerrür eder diyen kişi sanırım bu konuyu lise hocamdan daha fazla ve derin düşünmüş demek ki” gibi bir şeydi. O yüzden ne yasak koyucular yasak koymaktan ne de isyancılar isyan etmekten vazgeçmeyecek. Şiddet biteviye sürecek. Hayat yasaklardan, isyanlardan ve bizzat hatalardan ibaret.
Yorumlar
Yorum Gönder